Dünyanın gözü son dönemde hiç olmadığı kadar ekonomik göstergelere sabitlenmiş halde. Dünya Bankası'nın 2022 yılında yayımlanan “Küresel Ekonomik Beklentiler” raporuna göre küresel ekonomi, 2021 yılındaki güçlü toparlanmanın ardından, COVID-19 varyantlarının yol açtığı yeni tehditlerle karşı karşıya. Özellikle yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerdeki toparlanmayı yavaşlatacak bu tehditler arasında, enflasyon, borç ve gelir eşitsizliğindeki artış gösteriliyor.
Ekonominin karışık sinyalleri
Ekonominin gireceği darboğazla ilgili bu endişeler, küresel salgının kapısından girilen 2019 Aralık ayı itibarıyla uyku kaçırıyordu. Bunun ilk zamanlarda görünürdeki temel sebepleri arasında globalleşmiş ülkelerinin kendi sınırlarına çekilmesi, dünya lojistik zincirindeki duraklamalar hatta kopmalar, fabrikalarda üretimlere ara verilmesi ya da üretimin durması, ham maddeye ulaşım ve ham madde fiyatlarındaki artışlar ve daha nice kriz sayılabilir. İlaveten tarihteki kolera, veba, İspanyol gribi gibi salgınlar sonrası dünyanın yaşadığı ekonomik buhranlar da bugünlere dair endişeleri güçlendiriyordu. Ancak, salgının hafiflediği 2021’de gelen ekonomik canlanma nasıl okunmalıydı?
Tarihten yansımaların analizi
The Economist’te yayımlanan bir analize göre salgından sonraki canlanmalarla ilgili tarihten alınacak önemli dersler bulunuyor. Analizde, 1830’ların başındaki kolera salgınının Fransa’yı derbeder edişine değiniliyor. Bu yorum analizdeki ilgili bölümden: “Bir ay içinde Parislilerin yaklaşık yüzde 3’ü yok oldu. Vebanın bitişi, ekonomik canlanmaya yol açarak İngiltere ve Fransa’yı sanayi devrimine götürdü. Ancak dalga etkisi hastalıktan en çok etkilenen yoksulları, bulaşmadan kaçınmak için kır evlerine kaçan zenginlere karşı ayaklandırdı. Fransa yıllar sonra siyasi istikrarsızlıkla karşı karşıya kaldı.”
Analistler kayıtların, savaş ve salgın gibi mali olmayan büyük kesinti dönemlerinin ardından GSYİH’nın toparlanma eğiliminde olduğunu gösterdiğini söylese de aynı döneme dair üç önemli olumsuz parametre de söz konusu: “İlki, insanların dışarı çıkıp harcama yapmaya istekliyken belirsizliğin süregelmesi. İkincisi salgının, insanları ve işletmeleri çıkış aramak amacıyla yeni yollar denemeye teşvik etmesi. Bu denemelerin sonuçlarının ekonominin yapısını bozması. Üçüncüsü ise salgınları izleyen ve genellikle öngörülemeyen ekonomik sonuçları olan siyasi kargaşalar.”
Yoksul ülkeler ve diğerleri
COVID-19 zaten yoksul olan ülkeleri çok daha şiddetli vurdu. Ancak gelişmiş ya da gelişmekte olan dünya ülkeleri, aşılar sayesinde hastaneye yatışları ve ölümleri azalttıkça kapanmaları da kaldırıyor. Sosyalleşmeyle birlikte örneğin Amerika ekonomisinin bu yıl yaklaşık yüzde 7 büyüyeceği tahmin ediliyor. Bu salgın öncesi beklentinin beş puan üstünde.
The Economist’in 1820’den itibaren G7 ülkelerinin GSYİH verilerine ilişkin analizi kapsamında, 1950’lerin savaş sonrası canlanmasında bu oranın görülmediğini söylüyor. Durum bu nedenle “beklenmedik” olarak nitelendiriliyor.
Harcama mı tasarruf mu?
COVID-19’un geçen yılında olduğu gibi tüketiciler, tarihi salgınlar sonrasında da harcama fırsatları ortadan kalktıkça ve dışarı çıkmak riskli hale geldikçe birikim yapmayı tercih ediyor. Örneğin kayıtlara göre 1870’lerin ilk yarısındaki çiçek hastalığı salgını sırasında İngiltere’nin hane halkı tasarruf oranını ikiye katlamış. Birinci Dünya Savaşı sırasında Japonya’nın tasarruf oranı da iki katından fazla artmış. 1919-20’de İspanyol gribi şiddetlenirken Amerikalılar, İkinci Dünya Savaşı’na kadarki diğer yıllara göre daha fazla nakit biriktirmiş. Savaşın sürdüğü 1941-45 yılları arasında hane halkları, GSYİH’nın yaklaşık yüzde 40’ı değerinde ek para biriktirmiş. Görülüyor ki krizler, toplumları harcamaya değil biriktirmeye yönlendirmiş.
Goldman Sachs’ın yakın tarihli bir çalışmasının tahminine göre ise 1946-49 yılları arasında Amerikalı tüketiciler fazladan tasarruflarının yalnızca yaklaşık yüzde 20’sini harcamışlar. Bu dönemde enflasyonda salgının neden olduğu artışlara dair tarihsel olarak çok az kanıt bulunmasının sebebi olarak, tüketicilerin temkinli davranışı gösteriliyor.
The Economist’e göre tarih bizlere, hayat normale döndüğünde insanların ne yaptıklarına dair bir rehber de sunuyor: “Harcamalar artar ve istihdamın toparlanmasını sağlar ancak aşırı harcamaya dair çok da kanıt yok. Bir araştırmaya göre İspanyol gribi tehdidinin kesin olarak geçmiş olduğu 1920’nin yılbaşı gecesinde Broadway ve Times Meydanı eski günlerine daha çok benziyordu. Ancak Amerika yine de kendini ‘hasta ve yorgun bir ulus’ gibi hissediyordu.”
Risk alma ve girişimcilik
Salgın sonrası canlanmalara ilişkin ikinci büyük ders, mal ve hizmetlerin nasıl ve nerede üretildiğiyle ilgili. Genel olarak insanlar bir salgını takiben anlamsız bir maceraya daha az istekli olsa da bazıları para kazanmanın yeni yollarını denemeye cesaret buluyor. Amerika Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu için 1948 tarihinde yayımlanan bir araştırma, yeni şirketlerin sayısının 1919’dan itibaren arttığını gösteriyor. Bugün girişimcilerin pazardaki boşlukları doldurmaya çalışmasıyla zengin dünyada kurulan yeni işletmelerin sayısı yine artışta.
Yapay zekânın işsizliğe etkisi
Bir süredir üzerinde durulan yapay zekânın insan gücünün yerine geçmesi endişesi, iktisatçılar tarafından değerlendirildi. Uluslararası Para Fonu (IMF) araştırmacıları tarafından hazırlanan çalışmada, Ebola ve SARS dahil olmak üzere son zamanlarda ortaya çıkan bir dizi salgın baz alındı. Araştırma sonucunda “salgınların, sağlığa şiddetli etkisi nedeniyle yaşanan ekonomik gerilemenin robotların benimsenmesini hızlandırdığı” ortaya çıktı. Bilindiği üzere 1920’ler Amerika’da hızlı bir otomasyon çağına sahne oldu.
COVID-19 salgınına bakıldığında, otomasyonda bir artış olduğuna dair henüz çok az kanıt bulunuyor. Bakıldığında bazı araştırmalar, işçilerin salgınların ardından daha iyi iş çıkardığını da gösteriyor. 2021 yılında San Francisco Merkez Bankası tarafından yayımlanan bir çalışmaya göre reel ücret taleplerinde artış eğilimi söz konusu.
Toplumsal huzursuzluklar
Dünyanın dört bir yanındaki politika yapıcıların, kamu borcunu azaltmak veya enflasyonu engellemekten çok işsizliği azaltmakla ilgilendiği dikkat çekiyor. Salgınların, önceden var olan eşitsizlikleri ortaya çıkardığı görülüyor. IMF’in bir araştırmasında 2001’den bu yana 133 ülkede Ebola, SARS ve Zika’nın da aralarında bulunduğu beş salgının etkisi değerlendiriliyor. Araştırmaya göre bu salgınlar toplumsal huzursuzluğu artırdı. Araştırmalara göre tarihe bakıldığında toplumsal huzursuzluğun, salgının sona ermesinden iki yıl sonra zirveye çıkacak gibi göründüğü vurgulanıyor.
Toplam küresel borç
Son yayınlanan Küresel Ekonomik Beklentiler raporunun ilk analitik bölümünde toplam küresel borca odaklanılıyor. COVID-19’un toplam küresel borcun son 50 yılın en yüksek seviyelerine çıkararak alacaklıların durumunu giderek daha karmaşık hale getirdiği belirtiliyor. Gelecekteki eşgüdümlü borç hafifletme girişimlerinin başarılı olabilmesi için daha büyük engelleri aşması bekleniyor. Geçmişteki yeniden yapılandırmalardan çıkarılan derslerin G20 Ortak Çerçevesine yansıtılmasının karşılaşılan eksiklikleri önleyebileceği kaydediliyor.
Dünya Bankası’ndan yapılan açıklamada, politika yapıcıların önümüzdeki birkaç yıl içerisinde yapacakları tercihlerin, önümüzdeki on yılın gidişatını belirleyeceğinin de altı çiziliyor. Elbette öncelik, pandeminin kontrol altına alınabilmesi için aşıların daha geniş ve adil bir şekilde dağıtılmasını sağlamak. Ancak kalkınma sürecindeki artan eşitsizliklerin üstesinden gelmek amacıyla yoksul ülkelere sürekli destek sağlanması gerekiyor. Kapsayıcı kalkınmayı başarabilmek için küresel iş birliği şart.
Emtia fiyatlarındaki döngüler
İkinci analitik kısımda, çoğu emtia ihracatına ağır bir şekilde bağımlı olan yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler için emtia fiyatlarındaki yükseliş ve düşüş döngülerinin etkileri inceleniyor. Bu döngülerin COVID-19'un etkisiyle dalgalandığı görüldü. Küresel makroekonomik gelişmelerin ve emtia tedarik faktörlerinin, emtia piyasalarında yükseliş-düşüş döngülerinin devam etmesine neden olması muhtemel görülüyor. İklim değişikliği güçleri ve fosil yakıtlardan uzaklaşan enerji dönüşümü birçok emtia fiyatına etki edebilir.
Küresel eşitsizlik
Üçüncü analitik bölüm, COVID-19'un küresel eşitsizlik üzerindeki etkilerini araştırıyor. Pandeminin önceki yirmi yılda elde edilen düşüşü, kısmen tersine çevirerek küresel gelir eşitsizliğini artırdığı tespit ediliyor. Aşılara erişimde, ekonomik büyümede, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde ve kadınlar ve düşük vasıflı ve kayıt dışı çalışanlar için daha yüksek olan iş ve gelir kayıplarının boyutlarında da artış söz konusu. Bu eğilimin kalıcı izler bırakma potansiyeli de konuşuluyor. Buna göre eğitimdeki kesintilerin yol açtığı insan sermayesi kayıpları nesiller boyunca sürebilir.
Bölgesel beklentiler üzerine
Dünya Bankası Küresel Ekonomik Beklentiler raporunda bölgesel öngörüler hakkında şu bilgiler yer alıyor:
Doğu Asya ve Pasifik: Bu bölgeler için büyüme hızının 2022 yılında yavaşlayarak yüzde 5,1'e inmesi, sonrasında 2023 yılında hafif bir hızlanma ile yüzde 5,2'ye ulaşması bekleniyor.
Avrupa ve Orta Asya: Bölgeler açısından büyüme hızının 2022 yılında yavaşlayarak yüzde 3,0’e, 2023 yılında ise yüzde 2,9’a inmesi bekleniyor.
Latin Amerika ve Karayipler: Büyüme hızının 2022 yılında yavaşlayarak yüzde 2,6’ya inmesi, sonrasında 2023 yılında hafif bir hızlanma ile yüzde 2,7’ye ulaşması beklentiler arasında.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika: 2022 yılında büyüme hızının yüzde 4,4’e çıkması, 2023 yılında ise hafif bir yavaşlama ile yüzde 3,4’e inmesi bekleniyor.
Güney Asya: Büyüme hızının 2022 yılında artarak yüzde 7,6’ya çıkması, 2023’te ise yavaşlayarak yüzde 6,0’ya inmesi bekleniyor.
Sahra Altı Afrika: Büyüme hızının 2022 yılında hafif bir şekilde artarak yüzde 3,6’ya çıkması, 2023 yılında hızlanmaya devam ederek yüzde 3,8’e ulaşması beklentisi var.
Ekonomistler genel bir söylemde birleşiyor. Uzmanlar, yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerin maliye ve para politikalarını dikkatli bir şekilde kalibre etmelerini bekliyor. Aynı zamanda pandeminin izlerini silmek için birtakım reformlar yapmaları gerekiyor. Bu reformların, yatırım ve insan sermayesini iyileştirip gelir ve cinsiyet eşitsizliğini tersine çevirecek şekilde tasarlanması şart görülüyor. Tüm bu reformların iklim değişikliği konusunda destekleyici olmasının ekonomik kalkınmayı destekleyebileceği öngörülüyor.
KAYNAKLAR
“Dünya Bankası Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu”
The Economist GSYİH araştırması
Uluslararası Para Fonu (IMF)
Goldman Sachs