Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geçtiğimiz haftalarda büyük bir felaket yaşadı. Dubai’ye resmi kayıtlara göre son 75 yılın en şiddetli yağmuru kente sadece 24 saatte düştü ve bu yağışlar sele neden oldu. Ülkeye düşen yağış miktarının normal şartlarda 1,5 yılda düşmesi bekleniyordu. Hal böyle olunca komplo teorisyenleri özellikle sosyal medyada “bulut tohumlama” yöntemiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar yaymaya girişti. Peki nedir bu bulut tohumlama ve gerçekten de bu kadar kısa zamanda istenen bir noktaya böyle bir yağış bu yöntemle yaratılabilir mi?
Bulut tohumlamaya geçmeden evvel hava olaylarına müdahale teknolojisinin tarihçesine bakılmalı. Birçok teknolojik gelişmenin başında olduğu gibi, bilimsel merak ve insanın doğaya hükmetme arzusuyla şekillenen bu alandaki önemli gelişmeler 19’uncu yüzyıldaki erken dönem deneyler ile başlıyor. 1840'larda Amerikalı James Pollard Espy, bulutların yağmur getirmesi için orman yangınları çıkararak havayı ısıtmayı önerdi! Ancak bu çılgın öneri neyse ki uygulanmadı. Konuya dair ilk sistematik çalışmalar da 20’nci yüzyıl başlarına tarihleniyor. 1910'larda Charles Hatfield, "yağmur yapıcı" olarak tanındı ve kimyasal karışımlar kullanarak bulut tohumlama yapmayı denedi. Ancak bu çalışmalar bilimsel temelden yoksundu ve sonuçları belirsizdi. Bu girişim sonrasında ise ilk modern bulut tohumlama denemelerine 1940'lar ve 1950'lerde teşebbüs edildi. 1946’da Vincent J. Schaefer ve Irving Langmuir, General Electric için çalışırken kuru buz (katı karbondioksit) kullanarak yapay kar yağışı oluşturmayı başardı. Bu başarı modern bulut tohumlamanın başlangıcı olarak kabul ediliyor. 1947 yılında da Bernard Vonnegut, gümüş iyodürün bulut tohumlama için etkili bir madde olduğunu keşfetti. 1950'ler ve 1970'lerde ise hem ABD hem de Sovyetler Birliği, bulut tohumlama teknolojisi üzerine askeri araştırmalara girişti. Sivil uygulamalar kapsamında da kurak bölgelerde yağış artırma projeleri, dolu önleme ve sis dağıtımı gibi çalışmalar yaygınlaştı.
1980'lerden günümüze ise bu konuyla alakalı birçok gelişme yaşandı. 1980'lerde Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), Bulut Tohumlama projelerini koordine etmek ve çalışmalarla alakalı standartlar geliştirmek için uluslararası iş birliklerini teşviğe koyuldu. 1990'lar ve 2000'lere gelindiğinde teknolojinin ilerlemesiyle birlikte söz konusu projeler daha da hassaslaştı. Çin, Rusya, ABD ve diğer ülkeler, geniş ölçekli bulut tohumlama projelerine imza atmaya başladı. Günümüzde ise iklim değişikliği ve su kıtlığı gibi küresel sorunlara çözüm bulma çabaları, bulut tohumlama teknolojisinin geliştirilmesinin ve uygulamaların pratikteki faydalarının önemini artırdı. Bulut tohumlama için kullanılan modern teknikler kapsamında insansız hava araçları (drone'lar) ve gelişmiş meteorolojik modellemeler bulunuyor.
Nasıl ve ne amaçla yapılıyor?
Bulut Tohumlama, yağış miktarını artırmak veya bulutların davranışını değiştirmek amacıyla bulutlara belirli maddelerin eklenmesi işlemine deniyor. Bu işlem genellikle çeşitli havacılık araçları kullanılarak gerçekleştiriliyor. İşlem sırasında kullanılan yaygın maddeler arasında ise gümüş iyodür, potasyum iyodür ve kuru buz (katı karbondioksit) bulunuyor. Bulutlardaki su damlacıklarının birleşerek daha büyük damlalar oluşturmasını ve sonunda yağmur veya kar olarak yeryüzüne düşmesini sağlamayı amaçlayan bulut tohumlamanın yaygın kullanım sebepleri şöyle sıralanabilir:
Yağışların artması: Özellikle kurak bölgelerin su rezervini artırmak, ürünlerin ihtiyaç duyduğu suyu sağlamak.
Dolu yağışının önlenmesi: Tarım alanlarındaki mahsullerin dolu zararından korunması için bulutlardaki dolu taneciklerinin oluşumunu engellemek.
Sisi dağıtmak: Görüş mesafesinin netliğine ihtiyaç duyulan özellikle havaalanları gibi alanlarda sisi dağıtmak.
Baraj ve rezervuarları doldurmak: Su depolama alanlarını doldurmak ve su yönetimini optimize etmek.
Bulut tohumlamanın çevresel etkileri üzerine yapılan araştırmalar, işlemin belirli koşullar altında etkili olabileceğini; sınırlı veya değişken etkiler yaratabileceğini gösteriyor. Bu nedenle, projelerin genellikle dikkatli bir şekilde planlanıp izlenmesi öneriliyor. Bu teknolojinin etkinliğine ilaveten etik boyutları da tartışılmaya devam ediliyor. Bazı bilim insanları, bu teknolojinin halihazırda sonuçlarıyla mücadele edilen iklim değişikliği üzerinde de uzun vadeli etkilerinin belirsiz olduğunu söylüyor. Bu açıdan da yönteme mesafeli olanlar hiç de az değil. Elbette bilimsel ilerlemeler bir yandan gelişen teknoloji bir yandan, bu alandaki çalışmaları sürekli olarak şekillendiriyor. Belki de yakın zamanda bu çalışmalar sayesinde hem gezegeni korumak hem de susuzluk ve kuraklık sorununa çözüm bulmak mümkün olabilir.