Aşırı hava olaylarında Türkiye Avrupa’nın en kırılganı

Aşırı hava olaylarında Türkiye Avrupa’nın en kırılganı

Yayımlanan her yeni IPCC raporu gezegenin zamanının daha da daraldığına işaret ediyor. IPCC “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” raporuna göre Türkiye, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi.

Dünya, önümüzdeki yirmi yılda gerçekleşecek 1,5 derecelik küresel ısınmayla birlikte yaşayacağı kaçınılmaz çoklu iklim tehlikeleriyle karşı karşıya. Birçok kuruluşun bu konuda ardı ardına yayımladığı raporlar söz konusu. Bunlar arasında önem arz eden organizasyonlardan biri de Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change/IPCC).

IPCC, Birleşmiş Milletlerin Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 1988 yılında insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek üzere kuruldu. Her bir raporuyla iklim krizinin aciliyetini gözler önüne seren IPCC’nin 2018’de açıklanan “1,5ºC Küresel Isınma Özel Raporu” 2030 yılına kadar küresel ortalama sıcaklık artışını 1,5ºC’de sınırlandırmamız gerektiğini ortaya koydu. Bu ısınma seviyesinin geçici olarak aşılmasının bile, geri döndürülemez ek ciddi etkilere neden olacağının altı çizildi ve altyapı kaynaklı tehditlere dikkat çekildi. Raporda en hassas konulardan biri olarak da deniz seviyesindeki yerleşimlerin ve burada yaşayanların karşılaşacağı risklerin artacağına değiniliyordu. Bu rapor bir anlamda kırılma noktasıydı.

IPCC’nin yakın zamanda yayımlanan “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” raporu ise Türkiye açısından ayrıca önemli. Raporda, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesinin Türkiye olduğuna işaret ediliyor. Yüksek emisyonların devam etmesi durumunda taşkınlar, kuraklık, sel ve toprak kayıplarına yenilerinin eklenebileceğine dair öngörüler paylaşılıyor. 

Emisyonlar düşük seyretse dahi Akdeniz, balık türlerinin yazık ki yaklaşık yüzde 10’unu kaybedecek.
Emisyonlar düşük seyretse dahi Akdeniz, balık türlerinin yazık ki yaklaşık yüzde 10’unu kaybedecek.

Türkiye’de yaşanabilecek etkiler

Akdeniz’de balık türleri tehlikede: Emisyonlar, önemli ölçüde azaltılsa dahi, Avrupa’da son verilere göre 2 bin 700 civarında olan aşırı sıcaklar sonucu gerçekleşen ölüm sayısının 2050’ye gelindiğinde 30 bine yükselmesi öngörülüyor. Bu vakaların büyük kısmı Avrupa’nın Türkiye’nin dahil olduğu bölgelerinde meydana gelecek. Su sıcaklıklarındaki artışın ise denizlerdeki biyolojik çeşitliliği etkileyeceği, Türkiye’de balıkçılığın darbe alabileceği belirtiliyor. Emisyonlar düşük seyretse dahi Akdeniz, balık türlerinin yazık ki yaklaşık yüzde 10’unu kaybedecek. Bu sayı, sıcaklık artışının yüksek seviyede gerçekleşmesi durumunda yüzde 60’a kadar yükselebilir. 2060 yılına kadar Doğu Akdeniz’de ekonomik değeri yüksek deniz türlerinin yüzde 20’den fazlasının nesli tükenebilir Karadeniz’de ise birçok bölgede denizin oksijen seviyesi azalabilir. Dolayısıyla balık türlerinin dağılımı değişebilir.

Toprak erozyonu tehdidi: İklim değişikliği aynı zamanda tarım topraklarının kalitesini de düşürebilir. Raporda atıfta bulunulan bir çalışma, Türkiye’nin yağış rejiminde öngörülen değişim ve artan hava sıcaklığı nedeniyle toprak erozyonunun artacağını öngörüyor. Bu durum, özellikle Akdeniz Bölgesi’nde yer alan tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 30’unu tehdit ediyor. Emisyonların artması durumunda öngörülen toprak kayıplarının artabileceği kaydediliyor.

Deniz seviyesinin yükselmesi: Türkiye’de yaklaşık 460 bin kişi, kıyı taşkınlarına maruz kalabileceği bölgelerde yaşıyor. Emisyon azaltım taahhütleri göz önünde bulundurulduğunda dahi Avrupa genelinde kıyı taşkınlarının maliyeti 2050 yılına kadar 30 kat artabilir. Deniz seviyesinin yükselmesi kıyı şeridinde ciddi zararlar demek. Emisyonların artması ve uyum önlemleri alınmaması halinde Avrupa’daki kumluk kıyı şeritlerinde küçük sahiller yok olabilir. Emisyonların azaltılması halinde bu geri çekilme ancak üçte bir oranında azalabiliyor. Raporda atıfta bulunulan bir araştırmaya göre Efes ve İstanbul’un tarihi bölgeleri de dahil olmak üzere birçok UNESCO kültürel miras alanı, deniz seviyesinin yükselmesi tehdidiyle karşı karşıya.

İstanbul, özellikle kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar karşısında çok daha kırılgan durumda.
İstanbul, özellikle kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar karşısında çok daha kırılgan durumda.

Türkiye’de su varlığı azalacak: En çok konuşulan tehditlerden biri de Türkiye’nin su varlıklarının azalması riski. Rapora göre iklim değişikliği nedeniyle kuraklıkların sıklığı ve yoğunluğu artacağından Akdeniz bölgesindeki nüfusun yaklaşık yüzde 54’ü farklı ölçeklerde su kıtlığı yaşayabilir. Bu miktar, emisyonların hızla azaltılmasıyla yüzde 18’e geriliyor. Emisyon azaltımının, planlanan seviyeden daha hızlı gerçekleşmesi durumunda dahi, 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Akdeniz bölgesinde iki-üç kat daha uzun süren kuraklıklar yaşanması kaçınılmaz. Emisyonların yüksek olması durumunda ise kuraklıklar üç-dört kat uzun sürebilecek.

Burada İstanbul’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor. İstanbul, özellikle kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar karşısında çok daha kırılgan durumda. Emisyonlar düşmez hatta daha da artarsa Beyşehir Gölü, 2070 yılına gelindiğinde tümüyle kuruyabilir. Ayrıca Akdeniz Bölgesi’ndeki yeraltı su rezervleri tükenebilir. Emisyonların devam etmesi ve sıcaklık artışının kümülatif etkisi, Türkiye ekonomisine önemli boyutta zarar verebilir. Raporda emisyonların yüksek seviyede gerçekleştiği durumda, yüzyılın sonuna kadar Türkiye’nin kişi başına GSYH’sinde yüzde 17 oranında düşüş yaşanması öngörülüyor.

İklim değişikliği, uluslararası tedarik zincirlerinde, piyasalarda, finans sektöründe ve ticarette olumsuz etkilere neden oluyor.
İklim değişikliği, uluslararası tedarik zincirlerinde, piyasalarda, finans sektöründe ve ticarette olumsuz etkilere neden oluyor.

Dünyanın zararı Türkiye’yi etkileyecek: Kelebek etkisinden en çok zarar göreceği öngörülen ülkelerden biri de Türkiye. İklim değişikliğinin, uluslararası tedarik zincirlerinde, piyasalarda, finans sektöründe ve ticarette yarattığı ve yaratacağı olumsuz etki, Türkiye’de ürünlere erişimi kısıtlayıp fiyatların artmasına ve Türkiye’nin ihracat piyasasının zarar görmesine yol açabilir. Tarımsal verimde düşüş, altyapıların hasara uğraması ve emtia fiyatlarındaki artış gibi iklim değişikliği kaynaklı ekonomik şoklar, finansal istikrarsızlığa yol açabilir. Isınmanın yüksek seviyede gerçekleşmesi, küresel ısınmanın olmadığı bir dünyaya kıyasla, yüzyılın sonunda GSYH’nin yüzde 10 ila 23 azalmasına neden olabilir. Emisyonların yüksek olması halinde yüzyılın sonunda GSYH’de yaşanacak kaybın Çin’de yüzde 42’ye, Hindistan’da ise yüzde 92’ye ulaşabileceği öngörülüyor.

İklim değişikliği tedarik zincirlerini olumsuz etkiliyor. Kasım 2021’de taslak raporun hazırlanmasının ardından, Kanada’da yaşanan sel felaketleri sonucunda karayolları ile demiryollarının kullanılamaz hale gelmesi, Kanada’nın tahıl ihracatının önemli bölümünün gerçekleştirildiği Vancouver Limanı’na gelen sevkiyatları geciktirdi. Bu durum, konteynerleri depolamak için yeterli yer bulunmaması nedeniyle gemilerin Asya’ya boş konteynerlerle geri dönmesine yol açtı. Kanada’nın ihracatında oluşan bu aksama, gecikmelere yol açarak uluslararası nakliye sektörünü de olumsuz etkiledi. Etki dalga dalga yayılarak dünya ekonomilerine yansıdı. Bu tür olaylar Türkiye’nin de aralarında olduğu gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeleri daha sert etkiliyor. 

En öncelikli ve önemli önlemlerden biri sera gazı emisyonlarında hızlı ve derin kesintiler yapılmasını sağlamak.
En öncelikli ve önemli önlemlerden biri sera gazı emisyonlarında hızlı ve derin kesintiler yapılmasını sağlamak.

Rapordan öne çıkan problemler ve öneriler

Acil eylem gerekli

Problem: Aşırı hava olayları: Artan sıcak hava dalgaları, kuraklıklar ve seller; bitkilerin ve hayvanların tolerans sınırını çoktan aştı. Ağaçlar ve mercanlar gibi türlerde ne yazık ki toplu ölümler yaşanıyor. Soy ve türler tükeniyor. Aşırı hava olayları, eşzamanlı olarak meydana geliyor ve birbirini tetikleyerek yönetilmesi giderek zorlaşan kademeli etkilere neden oluyor. Özellikle Afrika, Asya, Orta ve Güney Amerika’da, Küçük Adalarda ve Kuzey Kutbu’nda milyonlarca insan bu nedenle akut gıda ve su güvensizliği ile karşı karşıya.

Çözüm 1- Sera gazı emisyonları düşmeli: Günden güne artan yaşam, biyoçeşitlilik ve altyapı kaybını önlemek adına bir dizi önlem alınmalı. En öncelikli ve önemli önlemlerden biri sera gazı emisyonlarında hızlı ve derin kesintiler yapılmasını sağlamak. Rapora göre iklim değişikliğinin etkilerine uyum konusunda gösterilen ilerleme dengeli değil. Üstelik alınan önlemlerle gerçek anlamda artan risklerle başa çıkmak için yapılması gerekenler arasındaki uçurum da gitgide derinleşiyor. Düşük gelirli bölgelerde, az gelişmiş ülkelerde bu uçurum ne yazık ki çok daha büyük.

Çözüm 2- Bozulmuş ekosistem onarılmalı: Biliniyor ki; sağlıklı ekosistemler, iklim değişikliğine karşı çok daha dirençli oluyor. Bu sayede gıda ve temiz su gibi hayati önem taşıyan hizmetlere ulaşım da kesintisiz sürüyor. Bozulmuş ekosistemlerin restore edilmesi, dünyanın toprak, tatlı su ve okyanus habitatlarının yüzde 30 ila 50’sinin etkili ve adil bir şekilde korunması, çözümün önemli bir parçası olabilir. Zira, toplumlar doğanın karbonu emme ve depolama kapasitesinden bu şekilde yararlanabilir ve sürdürülebilir kalkınmaya geçebilir. Ancak bu konuda özellikle hükümetler nezdinde yeterli finansman ve politik desteğin şart olduğuna şüphe yok.

Çözüm 3-Şehir yaşamı çözümün bir parçası olmak zorunda: Rapor, dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı, risk altında olan şehirlerin çözümün bir parçası olabileceği belirtiliyor. Yeşil binalar, güvenilir temiz su ve yenilenebilir enerji kaynaklarının yanında kentsel ve kırsal alanları birbirine bağlayan sürdürülebilir ulaşım sistemleri hayata geçirilebilir. Böylece ekonomi ve güvenlik açısından çok daha kapsayıcı, daha adil bir toplum düzeni sağlanabilir.

Harekete geçmek için zaman daralıyor

Rapor, iklime dayanıklı kalkınmanın mevcut ısınma seviyelerinde zaten zorlu olduğunu açıkça belirtiyor. Küresel ısınma 1,5 dereceyi aşarsa kalkınma daha sınırlı hale gelecek. Bazı bölgelerde küresel ısınmanın 2 dereceyi aşması halinde ise mücadele imkânsız olacak. Bu önemli bulgu, eşitlik ve adalete odaklanan iklim eyleminin aciliyetinin altını çiziyor.

Bu tamamıyla başka bir yazının konusu olsa da bilim insanları, iklim değişikliğinin doğal kaynakların sürdürülebilir olmayan kullanımı, artan kentleşme, sosyal eşitsizlikler, aşırı olaylardan kaynaklanan kayıplar ve zararların yanında pandemi gibi küresel eğilimlerle etkileşime girdiğine de dikkat çekiyor. Tüm bu etkileşimlerin bir sonucu olarak da dünyanın nefes alması ve kalkınması için tehlike çanları, önlemlerin uygulanmakta geç kalındığı her gün daha yüksek çalıyor. Dünyanın kurtuluşu ise iklim değişikliğiyle mücadeleye aktarılacak yeterli finansman, ülkeler arası teknoloji transferi, siyasi taahhütler verilmesi ve ortaklıklar kurulması ile mümkün görünüyor.

KAYNAKLAR

YESİLLİST

iklimhaber.org

Benzer İçerikler

Okyanuslarda SOS: Sular renk değiştiriyor

Okyanuslarda SOS: Sular renk değiştiriyor

Yaşam maliyeti ve iklim krizleri yarışıyor

Yaşam maliyeti ve iklim krizleri yarışıyor

Karbon yakalama dünyayı kurtarır mı?

Karbon yakalama dünyayı kurtarır mı?

PSM Awards 2020'de yılın en iyileri seçildi.

PSM Awards 2020'de yılın en iyileri seçildi.