İnşaatta büyüme ve risk dengesi

İnşaatta büyüme ve risk dengesi

Son verilere göre 2025’e güçlü bir ivmeyle giren inşaat sektörünün GSYH içindeki katkısı yılın üçüncü çeyreğinde 36,75 milyar TL’ye ulaştı. Büyüme ve risk dengesi sektöre dair ne diyor?

Son verilere göre 2025’e güçlü bir ivmeyle giren inşaat sektörünün GSYH içindeki katkısı yılın üçüncü çeyreğinde 36,75 milyar TL’ye ulaştı. Büyüme ve risk dengesi sektöre dair ne diyor?


Türkiye inşaat sektörü, 2025’e güçlü bir ivmeyle girdi ve ekonomik büyümede önemli bir rol oynadı. Resmi veriler, sektörün GSYH içindeki katkısının yılın üçüncü çeyreğinde 36,75 milyar TL’ye ulaşarak tarihi seviyelere çıktığını gösteriyor. İkinci çeyreğe göre ciddi bir artışı yansıtan bu sonuç, aynı dönemde inşaat üretim endeksinin yıllık bazda yaklaşık yüzde 28 yükseldiğini gösteriyor.

Özellikle bina inşaatı, bina dışı yapılar ve özel inşaat faaliyetlerinde kayda değer artışlar söz konusu. Ayrıca TÜİK büyüme verileri de 2025’in ikinci çeyreğine dikkat çekiyor ve inşaat sektörünün ekonomiye büyüme katkısının yüzde 10,9 ile en yüksek sektörlerden biri olduğunu ortaya koyuyor. Bu noktada sektör için temel soru netleşiyor: İnşaatta büyüme devam ederken artan riskler nasıl yönetilecek?

Hızlı büyüyen her sektörde olduğu gibi inşaatta da risk profili genişliyor. Artan proje sayısı, sıkışan takvimler ve yükselen maliyetler; teknik, finansal ve hukuki riskleri daha görünür hale getiriyor. Özellikle son dönemde “inşaat riski” kavramı, yalnızca şantiye kazalarıyla sınırlı olmaktan çıktı ve taşeron zinciri, tedarik aksamaları ve üçüncü kişi sorumluluklarını kapsayan çok katmanlı bir yapıya dönüştü. 

Bir taşeronun hatası, ana yüklenici için ciddi tazminat taleplerine ve projenin durmasına neden olabiliyor.
Bir taşeronun hatası, ana yüklenici için ciddi tazminat taleplerine ve projenin durmasına neden olabiliyor.

Maliyet baskıları bu risklerin başında geliyor. Enerji fiyatları, işçilik giderleri ve malzeme maliyetlerindeki dalgalanmalar, projelerin bütçe disiplinini zorlaştırıyor. Bu durum, yüklenici ve taşeron firmaların finansal dayanıklılığını test ederken küçük bir gecikmenin bile ciddi zararlara yol açabildiği bir ortam yaratıyor. Özellikle alt yüklenicilerin nakit akışında yaşanan sorunlar, ana yüklenici açısından hem operasyonel hem de hukuki riskleri beraberinde getiriyor.

Taşeron riski, 2025 itibarıyla inşaat sektörünün en kritik başlıklarından biri haline geldi. Çok sayıda alt yüklenicinin yer aldığı büyük projelerde, iş güvenliği uygulamalarındaki farklılıklar, ekipman yetersizlikleri ve deneyim farkları; kaza ihtimalini artırıyor ve sorumluluk alanını genişletiyor. Bir taşeronun hatası, ana yüklenici için ciddi tazminat taleplerine ve hatta projenin durmasına yol açabiliyor. Bu nedenle risk artık yalnızca “Kimin hatası?” sorusuyla değil, “Kim, nasıl güvence altında?” sorusuyla yönetiliyor.

Sigorta tam da bu nedenlerle, inşaat sektöründe bir maliyet kalemi olmaktan çıkıp stratejik bir risk yönetim aracı haline geliyor. İnşaat All Risk sigortaları, projeyi baştan sona kapsayan temel güvenceyi sağlıyor. Şantiye sahasında meydana gelebilecek ani ve beklenmedik hasarlar, doğal afetler, yangın, hırsızlık ve montaj riskleri; projenin finansal sürdürülebilirliğini tehdit etmeden yönetilebiliyor. Özellikle büyük ölçekli projelerde bu teminatlar, yatırımcı ve finansör açısından da güven unsuru oluşturuyor.

Üçüncü kişi mali sorumluluk sigortaları ise artan kentsel yoğunlukla birlikte daha da kritik hale geldi. Şantiye çevresinde meydana gelebilecek maddi hasarlar veya bedeni zararlar, milyonlarca liralık tazminat taleplerine dönüşebiliyor. Bu tür risklerin sigorta kapsamında ele alınması, yüklenici firmaların bilanço üzerindeki belirsiz yükleri kontrol altına almasını sağlıyor.

İnşaat makine ve ekipman sigortaları da büyüme dönemlerinde göz ardı edilmemesi gereken bir diğer başlık. Yüksek bedelli iş makineleri, vinçler ve özel ekipmanlar; arıza, kaza veya doğal afet durumlarında projenin durmasına neden olabiliyor. Bu tür duruşlar yalnızca ekipman kaybı değil, zaman ve prestij kaybı anlamına da geliyor. Doğru yapılandırılmış makine sigortaları, bu riskleri öngörülebilir hale getiriyor.

Corpus Sigorta’nın başarısına her alanda dikkat çeken Maher Holding CEO’su Levent Uluçeçen ve Şirket’in Genel Müdürü Ahmet Yaşar.
Corpus Sigorta’nın başarısına her alanda dikkat çeken Maher Holding CEO’su Levent Uluçeçen ve Şirket’in Genel Müdürü Ahmet Yaşar.

Sektörün dördüncü büyüğü olan Corpus Sigorta’nın alanda öne çıkan yaklaşımı, yalnızca poliçe sunan bir yapıdan ziyade, proje bazlı risk mimarisi kurabilme kapasitesinde yatıyor. Büyük ölçekli inşaat projelerinde riskler; tasarım aşamasından şantiye kurulumuna, taşeron yönetiminden teslim sonrası sorumluluklara kadar çok katmanlı bir yapı sergiliyor. Corpus Sigorta’nın “İnşaat All-risk, montaj, üçüncü kişi sorumluluk ve işveren sorumluluk” teminatlarını tek bir çerçevede ele alabilmesi; yükleniciler, yatırımcılar ve finans kuruluşları açısından öngörülebilirlik sağlıyor. Bu yaklaşım, özellikle krediyle finanse edilen projelerde sigortayı bir “teminat zorunluluğu” olmaktan çıkarıp finansal güvenin temel unsurlarından biri haline getiriyor.

Öte yandan artan taşeronlaşma ve uzmanlaşma eğilimi, sigorta tarafında daha esnek ve kapsayıcı çözümleri zorunlu kılıyor. Corpus Sigorta’nın mühendislik ve sorumluluk branşlarındaki uzmanlığı; alt yüklenici kaynaklı iş kazaları, ekipman hasarları ve üçüncü kişi taleplerinin tekil poliçeler arasında dağılmadan yönetilebilmesini beraberinde getiriyor. Bu da hem hasar anında hızlı karar alınmasını hem de proje tarafında hukuki ve operasyonel karmaşanın azaltılmasını sağlıyor. 2025 itibarıyla inşaat sektöründe büyüme ile birlikte artan risk yoğunluğu düşünüldüğünde, bu tür entegre sigorta yapıları; sadece riskleri transfer eden değil, projelerin sürdürülebilirliğini destekleyen stratejik bir unsur olarak konumlanıyor.

Türkiye’nin inşaat sektörü 2026’ya ölçülü ama yönünü netleştirmiş bir büyüme beklentisiyle giriyor. Kamu destekli altyapı yatırımları, kentsel dönüşüm ve konut ihtiyacı sektörü canlı tutuyor. Bu noktadan bakıldığında yeşil dönüşüm, dijitalleşme ve sürdürülebilir malzeme kullanımı rekabetin ana belirleyicileri olacağa benziyor. Finansmana erişim, yüksek girdi maliyetleri ve döviz oynaklığı önemli riskler olarak öne çıksa da Türkiye’deki müteahhitlerinin yurtdışı projelerdeki güçlü konumu ve kamu–özel sektör projeleri büyümeyi dengeleyen unsurlar olarak umut veriyor. Genel beklenti, hızlı sıçramalardan çok, daha seçici, verimlilik odaklı ve uluslararası açılımla desteklenen bir sektör yapısının 2026’da belirginleşmesi yönünde.

Benzer İçerikler

Geleceğin enerji yönetiminde akıllı şebekelerin rolü

Geleceğin enerji yönetiminde akıllı şebekelerin rolü