COP31 sadece bir organizasyon değil sorumluluk

COP31 sadece bir organizasyon değil sorumluluk

COP31, Türkiye açısından sadece uluslararası bir zirve değil; ülkemizin iklim krizi karşısındaki duruşunu, niyetini ve samimiyetini ortaya koyacağı kritik bir eşik niteliği taşıyor.

COP31, Türkiye açısından sadece uluslararası bir zirve değil; ülkemizin iklim krizi karşısındaki duruşunu, niyetini ve samimiyetini ortaya koyacağı kritik bir eşik niteliği taşıyor.

İklim Ağı’nın yaptığı açıklamayla birlikte, Türkiye’nin 2026 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 31’inci Taraflar Konferansı’na (COP31) ev sahipliği yapacak olması kamuoyunda geniş yankı buldu. İklim Ağı’na dair şu kısa bilgiyi vermekte fayda var: İklim Ağı, iklim kriziyle mücadele için çalışan sivil toplum kuruluşları, platformlar, akademisyenler ve aktivistlerin bir araya gelerek oluşturduğu iş birliği ve savunuculuk yapısı. Tek bir kurumdan çok, ortak bir ses ve koordinasyon mekanizması gibi çalışıyor. Tüm bu organizasyonel yapısı ile İklim Ağı, bu gelişmeyi memnuniyetle karşıladığını belirtirken, ev sahipliğinin yalnızca diplomatik bir başarı değil; aynı zamanda güçlü bir iklim politikası taahhüdü anlamına gelmesi gerektiğinin de altını çiziyor.

Bu ev sahipliği bir anda ortaya çıkmış bir gelişme değil elbette. Türkiye’nin 2026 yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 31’inci Taraflar Konferansı’na ev sahipliği yapacak olması, uzun süredir yürütülen çok yönlü bir hazırlığın sonucu olarak değerlendirilebilir. Paris Anlaşması’nın onaylanmasıyla birlikte iklim diplomasisinde daha aktif bir rol üstlenen Türkiye, kurumsal yapılanmasını güçlendirdi. Uzun vadeli iklim hedeflerini netleştirdi ve uluslararası müzakere süreçlerinde daha görünür bir konuma geldi. 

Bu ev sahipliği Türkiye’ye yalnızca görünürlük kazandırmakla kalmıyor; iklim politikalarında tutarlılık, şeffaflık ve ilerleme beklentisini de beraberinde getiriyor.
Bu ev sahipliği Türkiye’ye yalnızca görünürlük kazandırmakla kalmıyor; iklim politikalarında tutarlılık, şeffaflık ve ilerleme beklentisini de beraberinde getiriyor.

COP31 neden kritik

COP toplantıları, küresel iklim yönetişiminin en önemli karar alma mekanizmalarından biri. Emisyon azaltım hedeflerinden iklim finansmanına, uyum politikalarından kayıp ve zarar fonlarına kadar birçok başlık bu zirvelerde şekilleniyor.

İklim Ağı’nın da vurguladığı gibi bu ev sahipliği, Türkiye’ye yalnızca görünürlük kazandırmakla kalmıyor; aynı zamanda iklim politikalarında tutarlılık, şeffaflık ve ilerleme beklentisini de beraberinde getiriyor. İklim Ağı açıklamasında özellikle şu noktaya dikkat çekiliyor: COP31’in Türkiye için bir “vitrin organizasyonu” olmaması gerekiyor. Yani yalnızca iyi organize edilmiş bir konferans değil, somut adımlarla desteklenen bir iklim vizyonu sunulmalı.

Bu çerçevede öne çıkan beklentiler şunlar:

  • 2030 ve 2053 hedefleriyle uyumlu güçlü bir Ulusal Katkı Beyanı (NDC)
  • Fosil yakıtlardan çıkışa dair net ve takvimle planlanmış politikalar
  • Kömürden çıkış planının şeffaf şekilde ortaya konması
  • Adil dönüşüm mekanizmalarının güçlendirilmesi
İklim krizi, yalnızca teknik ya da diplomatik bir mesele değil; yaşam hakkını, gıda güvenliğini, suya erişimi ve toplumsal adaleti ilgilendiren katmanlı bir sorun.
İklim krizi, yalnızca teknik ya da diplomatik bir mesele değil; yaşam hakkını, gıda güvenliğini, suya erişimi ve toplumsal adaleti ilgilendiren katmanlı bir sorun.

Türkiye için bir dönüm noktası olabilir mi?

COP31, Türkiye’nin “iklim eyleminde nerede durduğunu” dünyaya anlatacağı bir sahne olacak. Bu bağlamda İklim Ağı’nın memnuniyet açıklaması da aynı zamanda bir çağrı niteliği taşıyor. Sivil toplum kuruluşları, COP31 sürecinin yalnızca kamu kurumları ve diplomatik aktörler tarafından değil; akademi, yerel yönetimler, gençlik örgütleri ve çevre hareketleriyle birlikte yürütülmesi gerektiğini vurguluyor. İklim krizi, yalnızca teknik ya da diplomatik bir mesele değil; doğrudan yaşam hakkını, gıda güvenliğini, suya erişimi ve toplumsal adaleti ilgilendiren çok katmanlı bir sorun.

Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla iklim krizinin etkilerini en yoğun yaşayan ülkelerden biri. Artan kuraklık, orman yangınları, ani seller ve tarımsal üretimdeki kayıplar, iklim krizinin soyut bir gelecek senaryosu değil bugünün gerçeği olduğunu gösteriyor.

COP31 ev sahipliği, bu gerçeklikle yüzleşmek ve politikaları bu doğrultuda yeniden şekillendirmek için önemli bir fırsat sunuyor. İklim Ağı’nın yaklaşımı da tam olarak bu noktada anlam kazanıyor: Memnuniyet ancak bu sürecin gerçek bir dönüşüme kapı aralaması halinde kalıcı olabilir.

COP31, Türkiye için prestijli bir uluslararası etkinlik olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor. Bu konferans, iklim krizine karşı nasıl bir gelecek tasavvur ettiğimizi gösterecek. İklim Ağı’nın memnuniyet açıklaması, bir destek mesajı olduğu kadar, açık bir hatırlatma niteliğinde. Ev sahipliği, beraberinde sorumluluk da getiriyor. Bu sorumluluk vesilesiyle Türkiye’nin önünde iklim karnesini yeniden yazabileceği bir yol duruyor. COP31 ise bu yolculuğun en görünür durağı olacak.

Benzer İçerikler

Trafo krizi nereye gidiyor

Trafo krizi nereye gidiyor